ÜMMET-İ MUHAMMED’İN DİRÂYETLİ ÂLİMİ VE NUR TALEBELERİNİN CESUR HOCASI MEHMED KIRKINCI

Mehmed Kırkıncı (d.1928-v. 2016, Erzurum ), büyük bir din âlimi ve müellif olup Nur Cemaati’nin önde gelen şahsiyetlerdendir. 1928 yılında, Erzurum merkeze bağlı Güllüce köyünde dünyaya geldi. Uzun yıllar ilim tahsilinde bulundu. Eski usul icâzet aldı ve çok talebelere icâzet verdi. 1955 yılında Bedîüzzaman Said Nursî ile Isparta’da tanıştı. Daha sonra Said Nursî’nin “Evlerinizi medrese yapın” tavsiyesiyle Karanlık Kümbetin yanındaki evini medreseye çevirdi. 1956 yılında ise Fethullah Gülen, Mehmed Kırkıncı vasıtasıyla nur cemaatiyle tanıştı. Erzurumda Risâle-i Nur ve Arapça dersleri verdi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 4 Nisan 1982’de Kenan Evrenʼe bir mektup yazdı. Muhteva olarak dine ve ahlâka önem verilmesi, okullarda zorunlu din dersi okutulmasını tavsiye etti. Erzurum’da sürdürdüğü Risâle-i Nur derslerinin yanında İslâmi ilimlerle ilgili dersler de vermektedir. Birçok “Nur Talebesi “nin yetişmesine vesile olmuştur.

    Eserleri arasında Hikmet Pırıltıları ve Kader Nedir? adlı eserleriyle imanî konulara getirdiği güçlü ve muteber açıklamalar ile ilim çevrelerince takdir toplamış ve okurları büyük teveccüh göstermiştir.

    Dün yani 24 Şubat 2016 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

    Eserleri: Cihad Sahasında Bedîüzzaman, İrşad Sahasında Bedîüzzaman, Nasıl Bir Maarif?, Kader Nedir? , Ruh Nedir?, Gönül Damalaları, İslâm’da Birlik, Hayatım Hatıralarım, Nükteler, Hikmet Pırıltıları , İnsan, Millet ve Devlet, Bedîüzzaman ve Tasavvuf, Bedîüzzaman’ı Nasıl Tanıdım? Alevilik nedir? Dar’ül Harb Nedir? http://www.mehmedkirkinci.com/

    Mehmed Kırkıncı hocam, Şark medreselerinden icazet almış bir âlimdir ki, biz ona “mücaz” diyoruz. Fakat, icazet almış bir âlim olmasının yanında bazı üstün özellikleri vardır. Demek ki, birinci özeliği şark medre-selerinden icazet almış büyük bir âlim oluşudur.

    İkinci özelliği, Mantık ilminde, Kelam ilminde, Usul ilminde fevkalade yed-i tûla sahibi oluşudur. Allah’ın onu kelam ilminde ve de usul ilminde çok önemli zirvelere taşımasıdır. İcazet almış olmak demek, hadisten de, tefsirden de, fıkıhtan da, kelamdan da okumak demek. Ama herkesin bir üstün özelliği vardır. Mehmed Kırkıncı hocamın üstün özelliği, ilm-i Kelamda ve bunun yanında Mantıkta ve Usul ilminde çok zirvede oluşudur.

    Biliyorsunuz, bu noktada Muhtasar’ul-Ma’anîʼyi Fethullah Hoca Efendi’ye bizzat altı ay okutan âlimdir. Bunu özellikle ifade etmek isterim. Onu Allah herkese nasip etmez. Birisi fıkıhçı olur, Ömer Nasuhi Bilmen gibi.. Ömer Nasuhi merhum iyi bir fıkıhçıdır, ama birz önce saydığım noktalarda o kadar değildir.

    Üçüncü önemli özelliği, bu bence en önemli özelliğidir. Bu iki üstünlüğünün yanında, Bedîüzzaman’ın şahsiyetini tanıyabilmesidir. Bu özellik kendisini bütün âlimlerin üzerine çıkarmıştır. Çünkü asrın müced-didi değil sadece, Kutb-u Azam’ı, ferdiyet makamı na gelmiş bir insanı ve benim itikadıma göre de Ahirzamanın Hazret-i Mehdisini tanımış bir âlim olmak, çok büyük bir imtiyazdır.

    Dolayısıyla, bu noktadan misyonu, vizyonu diğer âlimlere göre çok geniştir. Ne Ömer Nasuhi ile kıyaslayabilirsiniz, ne eski Erzurum müftü-sü Sadık Efendi ile kıyaslayabilirsiniz, ne de Sakıp Efendi ile kıyaslayabi-lirsiniz. Bu noktada Kırkıncı Hocaefendi ileridedir.

    Dördüncü bir özelliği ise, bu tamamen istihdâmdır. Yani bu özellik çok az âlimde vardır. Üstâd’ı ziyâret etmiştir ve Üstâddan Risâle-i Nur’un zor hakikatlerini izah etmede temsil duasına mazhar olmuştur. İster Kader meselesinde, ister Haşir meselesinde, ister Allah’a iman meselesinde ortaya koyduğu öyle misaller vardır ki, gerçekten Yunan filozofları o noktada zayıf kalır.

    Bu da çok enteresan bir şeydir. Bu sünuhattır. Belki ondan daha âlim insanlar vardır, ama bu istihdâmdır. Üstâd’ın duasına mazhardır. Hikmet Pırıltılarıʼnı hiçbir zaman başka bir eserle, başka bir âlimin eseriyle kıyaslamayın. Özellikle Hikmet Pırıltıları diyorum. Bütün kitaplarını demiyorum.

    Beşinci özelliği, Hocamın bir diğer noktası da-bu da çok enteresandır-iyi bir felsefe okuyucusu olmasıdır. Bütün Yunan filozoflarını, düşünce sistemleri ile birlikte çok iyi bilir.

    Şimdi, hocamın hem felsefe, hem de Kelam’daki zirvesini iki örnek-le göstermek istiyorum. Allah nasip etti, Elmalılı Hamdi Yazırʼın tefsirini beraber, lezzetle, bir hoca talebe şeklinde değil, bir müzâkere tarzında, tamamını sesli olarak okuduk.

    İkincisi, Kelam ilminde meşhur olan Kadı Beydavi’nin, Nasirüddin Tusi’nin Tecrid’ine şerh olarak yazdığı kitap ki, biz ona Şerh-i Matali’ diyoruz. Satır satır beraber okuduk. Ağır bir metindir o..

    Onun için Hocamın bütün bu özellikleri sebebiyle Cenab-ı Hak onu bütün ömrü boyunca Risâle-i Nur Talebesi olarak akranlarının çok üstünde bir hizmete mazhar etmiştir.

    Ben tam yedi sene onun yanında, derslerde Risâle-i Nur’u oku-dum, o izah etti. Külliyâtı üçbuçuk defa devretmişiz.

    – Bir de hocamızın tevazu yönüne değinsek. Bu benim çok dikkatimi çekmiştir hep..

    -Kırkıncı Hocam deyince aklıma Nevzat Yalçıntaş geliyor, merhum Sabahaddin Zaim hoca geliyor bir de merhum Turgut Özal .. Niye diyeceksiniz? Çünkü hepsinde de büyük bir tevazu gördüm. Hepsiyle de yurtdışı ve yurt içi seyahatlerimiz oldu..Bunu gözlemledim.

    Kırkıncı hocamla bir yere gidip de, kendisinden önce sofraya oturmadığımı hatırlamam. Gittiğimizde her yerde en büyük iltifat onadır. Hayır.. Önce Ahmed Hocayı sofraya oturtur. Sonra kendisi oturur.

    Yani, büyüklük başkadır. Aynı şey Nevzat Yalçıntaş için de geçerlidir. Aynı şey Sabahaddin Zaim için de geçerlidir. Büyük insanların özelliğidir bu. Turgut Özalʼda da gördüm bunu. İlk ziyâretimdi, Sami paşa dedi ki; “El öptürmeyi çok sever.” Dedim ki; “Kendimi öldürür, elini öpmem. Çünkü ben burada ulemâyı temsil ediyorum. O, siyâsetçileri temsil ediyor.”

    Sami Paşaʼya elini uzattı, öptürdü, beni kucakladı. Büyüklük budur. Kapıya kadar uğurladığında, Cumhurbaşkanlığı Köşkündeki herkes şaşırıyordu; “Bu adam kim? Bu delikanlı kim?”..Hayır.. O başka.. Büyüklük başka bir şey..

    Hocamda da ben o büyüklüğü görmüşümdür. Çok önemli bir özelliğidir. Ömrü boyunca yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Sırf Risâle-i Nur’da değil, İslâmi ilimlerde de böyledir.

    “Müteşabih(birbirine benzeyen) ağaçları birbirinden ayıran meyveleridir” der Üstâd Münâzarâtʼta. şahsî kanaatim, onun rahle-i tedrisinde yetişen bir Şener Ağabey, bir Vahdet Ağabey, bir İrfan Kardeş ve diğerleri, Nur Talebesi olarak Risâle-i Nur semasının yıldızlarıdır.

    Bunun yanında hakikaten çok kıymetli İslâm âlimleri de yetiştirmiş-tir. Mesela Diyânet İşleri Yüksek Kurulunda onu temsil eden Zeki Karakaya, A’dan Z’ye onun talebesidir. Bu manada da çok talebe yetiştirmiştir.

    Ben de hem Risâle-i Nur, hem İslâmi ilimler itibarıyla çok istifade ettim. Şeref duyuyorum, onun talebesi olmakla..

Comments are closed.