AVRUPA’DAKİ İSLAMÎ HİZMETLER VE BİZE DÜŞEN VAZİFELER

Değerli Arkadaşlar! Rotterdam İslam Üniversitesi Erdebil Konferans Salonunda 24 Kasım 2013 günü düzenlenen, başta Bediüzzaman Hazretlerinin kıymetli talebesi Mu’azzez Ağabeyimiz Abdullah Yeğin olmak üzere 22 Avrupa Devleti’nden ve Türkiye’d…en 250’ye yakın katılımcının hazır bulunduğu toplantıda, açılış konuşması olarak sunduğum tebliğimdir.
AVRUPA’DAKİ İSLAMÎ HİZMETLER VE BİZE DÜŞEN VAZİFELER Evvela; Avrupa’da netice alınabilecek bir hizmette muvaffak olmak için, genellemelerden vazgeçmek ve rahmet-i ilahiyeden ümit kesmeden iman ve Kur’an hakikatlarını bıkmadan neşretmeye devam etmek şarttır. Bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin şu düsturları bizlere rehber olacaktır: Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum. Lem’alar ( 115) İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu. Hutbe-i Şamiye ( 32 ) İkincisi: İslam âlemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye’nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim’den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne Işık evlere, ne medreselere, ne Kur’an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır. Abdülhamdi’den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserleri tamirleri yapılmıştır. Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun.(Tarihçe-i Hayat 139) Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir. Lem’alar ( 152 ) Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz. Tarihçe-i Hayat ( 85) Arap baharını kasdeden Bediüzzaman’ın şu haykırışlarını da unutmamak gerekir: ve çok zamandan beri esaret altında kalmış ve istiklaliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâmın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye, Cava’da elli milyondan ziyade bir devlet-i İslâmiye ve Arabistan’da dört-beş hükûmet bir cemahir-i müttefika gibi Arab birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâmın bu büyük bayramının mukaddemesini tebrik ile, bu bayram bize müjde veriyor.Tarihçe-i Hayat ( 521 ) Şunu da ilave etmek gerekir ki, Allah bu zamanda bizlere hem meydan ve hem de at vermiştir; öyleyse bize düşen, durmadan ve yorulmadan bütün dünyada at koşturmaktır. ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi bin beşyüz altı (1506) edip, bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Kastamonu Lahikası ( 28 ) Üçüncüsü; Avrupa’da hizmet edebilmek için, Avrupalıların diline ve aklına göre İslam’ın hakikatlerini anlatmamız gerekiyor. Bu sebeple Rotterdam İslam Üniversitesi üç şeyi Allah’ın izniyle başardı: 1. Kur’an-ı Kerim’in ehl-i sünnet kaidelerine uygun tefsirli mealini hazırladık. Burada bütün Hollandalıların dikkatini Kur’anın ana gayelerine çektik ve Bediüzzaman’ın Kur’an tarifini mukaddimede vurgulayarak verdik: Kur’andaki anasır-ı esasiye ve Kur’anın takib ettiği maksadlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. İşarat-ül İ’caz ( 12 ) 2. Risâle-i Nur Külliyatından beş küçük eser, akademik manada Hollandaca’ya tercüme edildi ve inanılmaz bir alaka gördü. Artık tramvay ve trenlerde Risale okuyan Hollandalılara rastlıyoruz. İnşaallah Sözler tam olarak 6 ay içinde neşredilmiş olur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tercüme dilinin akademik ve baskının kaliteli olmasıdır. 3. Üniversitemizde klasik anlamda değil tamamen Üniversite’deki resmi dersler anlamında haftada iki saatlik Risale-i Nur dersleri başladı ve Fas’lı Hocalarımızdan Muhammed Arab bunu başarıyla ve Hollandaca olarak yürütüyor. Buna desrhanelerde tanzim edilen Hollandaca Nur klasik derslerini de ilave etmemiz gerekir. Kısaca biz aşağıdaki düstura uyarak sadece Avrupa’ya değil Avrupa’dan bütün dünyaya Kur’an’ın nurlarını üflemeliyiz; Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 52 ) Dördüncüsü, bizim, sağını solundan ayıramayanların çoğaldığı ve herkesin kendi meşrebini beğendiği şu dünyada muvaffak olabilmemiz için, Uhuvvet ve İhlas Risalelerinin dünyada tatbik edileceğini, ahirette bunlara ihtiyaç duymayacağımızı unutmamamız gerekmekte ve aşağıdaki düsturları hayatımızda tatbik etmemiz icabetmektedir. Zira şu Kur’an ayeti ve bunu izah eden Bediüzzaman’ın tesbitleri bunu tasdik ediyor: Onların kalblerindeki kıskançlık ve çekememezlik gibi duyguları söküp atarız. A’raf Suresi: 43. Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci’ ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur’aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Şualar ( 512 ) لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ الاَّ اللّٰهُ sırrıyla ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zahir-i şeriata muhalif ve hatası zahir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen وَ الْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَ الْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avam-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerhedip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirdleri bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârane, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir. Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor. Kastamonu Lahikası ( 195-196 ) Beşincisi; Avrupalılar, İslam ve Müslüman kelimesini duyunca, akıllarına hemen, cihad, radikalizm, aşırı uçlar ve terör gelmektedir. Bunları fiilen tekzip etmek bizim görevimizdir. Bunun yolu da müsbet harekettir. Ancak müsbet hareket etmek, İslam’dan taviz manasına alınmamalıdır; zira İslam’dan taviz vererek İslam’a hizmet edilmez. Zaten Bediüzzaman da bunu haykırmaktadır: Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. Emirdağ Lahikası-2 ( 241 ) …müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım. Emirdağ Lahikası-2 ( 241 ) Son sözüm, bu yılda bir defa yapılan toplantı birinci derecede uhuvvet ve azami irtibat ile meşveret toplantısıdır. Elbetteki doğru İslam’ı Avrupalılara anlatmak ve gayr-ı Müslimlerle olan münasebetlerimizi müsbet manada yürütmek için birbirimizin tecrübelerinden de istifade etmeye gayret göstereceğiz. Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz. Kastamonu Lahikası ( 89 )
Hürmetlerimle

Comments are closed.